1971’de Antalya’da doğdu. İstanbul’da yaşıyor ve çalışıyor.
Lisans ve yüksek lisans eğitimini ODTÜ Mimarlık Fakültesi’nde tamamladı. Profesyonel yaşamını ortağı olduğu Teğet Mimarlık’ta sürdürüyor. 2007’den beri, İTÜ Mimarlık Fakültesi stüdyolarında tasarım eğitimine katkı veriyor. Mesleki ve profesyonel yayınlara mimarlık ve şehri eksen alan makaleler yazıyor. Yayınlanmış üç öykü kitabı var.
“Lütfen Rahatsız Etmeyin” Üzerine
VitrA Çağdaş Mimarlık Dizisi Sunar: Lütfen Rahatsız Etmeyin sergisi oldukça tarifli bir başlığa, dolayısıyla bir temaya sahip özel bir sergi. Tatil hayalleri kurulması pek muhtemel bir mevsimde iki ay boyunca İstanbul Modern’de izlenebilen sergi “Tatil Kavramı Üzerine” temelleniyor.
“Lütfen Rahatsız Etmeyin”, ilk okumada, oda temizliği programında bir erteleme talebiyse de, aslında kişinin etrafını tatilde, bu geçici ve tatlı hayatında da kuşatan rutinden kurtulma arzusunu temsil eder. Söz konusu obje, aracısı olduğu rica, onu kapıya iliştiren kişi, kapı, oda, otel ve otelin kurulu olduğu coğrafyayla birlikte, yalnızca ‘huzurlu bir tatil’ düşüncesini vücuda getirmekle kalmaz. Kişinin kendisi için kurgulanmış tatil mekanı ‒özenle hazırlanmış bu sahne- ile kurduğu ilişkiyi de bize açabilir.
Lütfen Rahatsız Etmeyin sergisi, insanı merkeze aldığı bu bakışla birlikte mekanla olan ilişkisini daha soyut bir eksende kurmayı deniyor. Kişinin tatil algısı bu bakışla, tatili çağrıştıran her şeyin dahil olduğu geniş bir küre olarak tarif ediliyor. Mekanla ilişki ise şöyle açılıyor: Sergi tatil fikrini, salt yapıyla boyut kazanan ve böylece mimarlığa indirgenen bir algının ötesinde, başladığı yer olan eve, gömülü olduğu zihne, tatil mekanının yerini aldığı coğrafyaya ve zaptedilen yerleri geri almak için fırsat kollayan doğaya uzatıyor.
Beş sanatçı, yapıtlarını uzun bir hazırlık döneminde üretti. Yapıtlar ilk kez burada gösteriliyor. Her sanatçı düşüncesini kurarken, içerik ve teknik olarak daha önceki üretiminin ötesine geçmeye çalıştı. Bu ortak nokta, önceden ve dışarıdan koyulmuş bir hedef değildi, süreçteki diyalog içinde gelişti. Er, bu sergide ilk kez denediği video tekniğiyle ürettiklerinin üzerindeki örtüyü yine kendisi kaldırıyor. Sonuçta izleyiciyi ‒en azından sanatçının yapıtlarını bilenleri- bekleyen, tanıdık bir mekanizma. Arıkan, görmeye alışık olduğumuz ancak her seferinde bizi içine almayı başaran ağ düzlemini kurmakla kalmıyor, bu kez bir üçlemeyle analiz edip sonuçlandırıyor. Üçleme, baskı, sabit imaj ve videodan oluşuyor. Özcan, asıl alanı olan fotoğrafı zorluyor. Sergide ona ayrılan mekanlardan birinde, topladığı fotoğrafları ana eksene alırken, diğerinde sergi temasını kurcalamak için yaptığı özel bir gezinin etkileyici hatırasıyla baş başa bırakıyor bizi. Atmosferleri birbirinden koparan eşikler, Kara’nın mekanı. Odalarda belirli bir mesafe talep eden diğer çalışmaların aksine Kara’nın serisi izleyiciden eğilip dikkat kesilmesini bekliyor. Bayraktar ise dijital videolar üretmeye devam ediyor. Yatak matrisine ana rolü verdiği üçlü seri, güvenlik, barınma, geçicilik kavramlarını kurcalıyor.
Beş sanatçıyı bu tema çerçevesinde aynı çatı altına toplayan ortak noktaların bulunması zorunlu değildi tabii, ancak var. Metehan Özcan’ın fotoğrafları, Kerem Ozan Bayraktar’ın videoları, Nermin Er’in kağıt çalışmaları, Burak Arıkan’ın ağ haritaları ve Meriç Kara’nın objelerinin mekanla kurdukları özgün ilişkiydi bu ortak nokta. Tabii burada yapıtın içeriğinin mekansal boyutunun yanı sıra yapıtın sergilendiği mekanla kurduğu ilişkiden de bahsediliyor. Özcan, Bayraktar’ın işlerindeki gibi, bu ilişki yapıtın etrafında yarattığı atmosfer vasıtasıyla kurulabilir. Er ve Kara’nın çalışmaları ise objenin, makinenin, oyunun ve katmanların izleyiciden dikkat isteyen ölçeğiyle bizi daha farklı bir boyuta çekiyor. Ya da Arıkan’ınkinde olduğu gibi mekan, sonsuz bir soyut düzleme yayılıyor.